DETAYLI AÇIKLAMALAR:
- Davaya katılma talebi:
Dava konusu Cumhurbaşkanı kararı, başta şahsım ve ailem olmak üzere milletimizin büyük çoğunluğunun sevinçle karşıladığı, milletimizin hak ve özgürlüklerini koruyan, insan haklarıyla uyumlu bir karardır. Davanın sonucunun şahsım, ailem ve ülkemiz geleceği üzerinde sonuç doğurması mutlaktır.
Dünyayı kendi isteklerine göre yönetmek isteyen küresel güçler aile kurumunu karşılarındaki en önemli engellerden biri olarak görmüşlerdir. Bu bağlamda, ileride açıklanacağı üzere, ülkemizi ve devletimizi bölüp parçalamak, istiklalimizi sonlandırmak isteyen devletlerin desteklediği terör örgütleri de aile kurumunu kendilerinin önündeki en büyük engel olarak görmüş ve bu nedenle de mevcut aile kurumuna savaş açmış, bunu sözleşmelerle uluslararası hukuk kuralı haline getirmenin mücadelesini vermişlerdir ve bu mücadelelerine devam etmektedirler. Sözleşmeden aldıkları cesaretle ‘dahilî ve harici bedhahlar’ / yurtdışından fon sağlayan bazı uluslararası kuruluşlar ve bu fonu kullanan sivil toplum yapılanmaları ülkemiz dahilinde ocaklarımızın söndürülmesi, yıkılmaz aile kalemizin yıkılması için kampanyalar düzenlemeye başlamışlardır. İstanbul Sözleşmesini de bu yönde kullanmışlardır. Sonuçta, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin kabulünden sonraki süreçte aile içi şiddet, evden uzaklaştırma, eşlerin birbirini aldatma sayıları anormal şekilde yükselmiş, eşlerin nikahlı eşlerine ilaveten sürekli artan veya değişen partner sayıları artmış, evlenme oranları düşerken boşanma oranları hızla yükselmiş, sözleşmenin sağladığı kolaylıkla nikahsız birliktelik yaşayan kadınlar kanuni haklarını koruyamaz hale gelmiş, çocukların nikahsız birliktelik yaşları oldukça aşağılara düşmüş, sönen ocaklarımızın sayısı günbegün artmıştır. Şafaklarımızda yüzen al sancağın sönmemesi için yurdumuzun üstünde tüten ocaklarımızın da sönmemesi gerekir.
Bu durumda, “mevcudiyetimizin ve istikbalimizin yegâne temeli” olan istiklalimizi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek adına, dâhilî ve haricî bedhahlara karşı mücadele etmek, Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak sadece bir hak değil aynı zamanda birinci vazifemizdir.
Esasen, aile kurumuna ve birey kimliklerine saldırı tüm bireylerin insan haklarına saldırıdır. Aile kurumunun toplumun en doğal ve temel birimi olduğu, toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahip olduğu evrensel insan hakları beyannamelerinde ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarda yer almaktadır. Ayrıca, kadın ve erkek eşitliğini sağlamanın yanında, kadın ve erkek cinsiyet kimliklerinin korunması, bedensel, ruhsal, zihinsel uyumlarının muhafazası, kadın ve erkek cinsiyetleri üzerine kurulu kamu düzeninin korunması da insan haklarının bir gereğidir. Bu durumda aile kurumunu ve bireylerin biyolojik temelli cinsiyet kimliklerini tahrip ederek zayıflatan her girişime karşı mücadele etmek insan hakları savunuculuğunun bir gereğidir.
Davanın reddinde başta şahsım ve ailem olmak üzere milletimizin hukuki yararı bulunmaktadır. Davanın reddinde, en azından davayı açanlarınki kadar meşru ve güncel bir menfaatim bulunduğu çok açıktır.
Diğer yandan, kamu yararı tartışmasının yoğun bir şekilde yapıldığı idari davalarda, mümkün olan en iyi sonuca ulaşabilmek için, uyuşmazlığın tüm taraflarının etkin bir şekilde yargılamaya katılabilmesi bir zorunluluktur. Tüm taraflar, tüm tezlerini, her aşamada ileri sürebildiklerinde, varılan sonuç, adil yargılama hakkı açısından sorunsuz olacaktır. Üçüncü kişinin davaya müdahalesinin, kanun yolları da dâhil olmak üzere davanın her aşamasında olabileceği idari yargılama hukukunun temel ilkelerine uygun düştüğü gibi Danıştay’ın görüşü de bu yöndedir.
Yüce Mahkemenin açılan davaları reddedeceğinde şüphem bulunmadığı gibi davaları uzatmak gibi bir amacım da bulunmamaktadır. Ancak, basın yoluyla haberdar olduğum ve kısmen duruşma safhasında takip edebildiğim davalarda vatandaş olarak ifade edilmesi, savunulması, tartışılması ve kararda yer alması gerektiğini düşündüğüm birçok husus bulunmaktadır. Bu hususlar davalı idarenin savunmasının kuvvetlendirilmesi ve yüce Mahkemenin re’sen incelemelerine katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda, davaların ilk derece yargılamasına katılmama karar verilmesi önem arz etmektedir. Sonucunu henüz bilemediğimiz bu davaların temyiz aşamasında davaya katılma haklarımın korunması açısından da bu safhada davaya davalı yanında katılmam bir zorunluluk olarak görünmektedir.
Doktrindeki bir görüşe göre; ” (…) idari yargılama hukukunda müdahilin davaya katılıp, katılmaması yönünde uyuşmazlıkla ilgili menfaat bağının re’sen yargıç tarafından ortaya konulabildiği hallerde -ki, genellikle dosya içeriğinden bu durum kolaylıkla anlaşılabilecektir- artık tarafların bu konudaki iradelerinin talep edilmesine hiç ihtiyaç yoktur. Bu gibi durumlarda, davaya katılma talebinin haklı görüldüğü hallerde, müdahale talebinin kabulüne dair kararla birlikte, gerekli görüldüğü takdirde, karşı taraftan müdahale dilekçesi hakkındaki beyanlarının talep edilebileceği ancak yargılama sürecine ara verilmemesi gerekir.” Tebligat yapılmadan davaya katılma başvurusunu karara bağlamak için üçüncü kişinin dava ile ilgisizliğinin çok açık olması veya yargılamanın son aşamasına gelinmesiyle birlikte tebligatın davayı uzatmaktan başka bir etkisinin bulunmaması da savunulmaktadır.[1]
Bu nedenle, davayı uzatmamak adına davaya katılma dilekçemin karşı taraflara tebliğ edilmeksizin veya mümkünse duruşmada tebliğ edilerek re’sen karara bağlanmasına ve davaya davalı yanında müdahil olarak katılmama karar verilmesini arz ve talep etmekteyim.
[1] Melikşah Yasin, İdari Yargılama Usulünde Davaya Müdahale (ÎÜHFM C. LXIX, S.l -2, s. 439-452, 2011)