ALLAH’SIZ ANAYASA, AHLAKSIZ MİLLET İSTEMİYORUZ!

Cumhurbaşkanlığı Makamı’na Arz Olunur

Sayın Cumhurbaşkanım,

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu ile İletişim Başkanlığı’nın 12 Eylül 2023 tarihinde Ankara’da düzenlediği “1982 Yerine 2023 Anayasası” sempozyumunda toplumun tüm kesimlerini en mükemmel anayasa metnini geliştirmek için konuşmaya, görüşmeye ve müzakere etmeye davet etmiştiniz.

“Hakk’a tapan millet”imizin bir mensubu olarak bu çağrıya icabet ediyor, aşağıdaki katkıyı kamuoyu önünde sunmak istiyorum. 

***

Cumhuriyet tarihi boyunca en önemli anayasal sorun, Anayasa’ya sonradan dahil edilen laiklik ilkesinin Hakk’a tapan milletimizi zincire vurmak, din ve imanını boğmak, yüce ahlaklı bir toplumu ahlaksız bir toplum haline getirmek için kullanılmaya çalışılması olmuştur.  Bu yetmemişçesine, bir de Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen uluslararası sözleşmeler nedeniyle kendi öz kimliği ve değerleri ile buluşması neredeyse imkansız hale getirilmeye çalışılmıştır.

Bu iki hususa karşı anayasal tedbirlerin alınmasının çok çok önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

Oysa;

Devletin dini olmadığına göre devletin dinsizliği de olmaz!

Devlet tıpkı dini veya dinsizliği olmayan bir bıçak gibidir. Ancak sahibi dinli veya dinsizdir. Bıçak sahibinin iradesine göre keser. Kötüye kullananın elinden bıçak alınır.

At sahibine göre kişner. Devlet de sahibine göre işler.

Türkiye Devleti’nin sahibi “Hakk’a tapan millet”tir. Bunu kimse hatırından çıkarmamalıdır.  

İç veya dış egemenliğini ortadan kaldıracak uluslararası sözleşmelere katılma veya bu sözleşmelerden bedeli ne olursa olsun ayrılma hakkı da yine “Hakk’a tapan millet”imize aittir. Bunu da kimse unutmamalıdır.

Uluslararası sözleşmeler yoluyla egemenliğin kaybına veya uluslararası aktörlere devrine yol açacak düzenlemelere asla fırsat verilmemelidir.

***

“Hakk’a tapan millet”in kim ve nasıl bir millet olduğu egemenlik alametlerinden olan İstiklâl Marşı’nda açık açık anlatılmıştır.

İstiklâl Marşı millî mücadelemizin gerekçesini ve bir hilal gibi yeniden doğan devletimizin varlık felsefesini ve esas amacını yansıtmaktadır. 12 Mart 1921’de TBMM tarafından 108 sayılı kararla kabul edilmiş, 1982 Anayasası ile değiştirilmesi teklif edilemeyen maddeler arasına alınmış, millî hakimiyet alameti olduğundan alenen aşağılanması TCK’da hapis cezasını gerektiren bir suç olarak düzenlenmiştir.

1982 Anayasasındaki gerekçesinde ifade edildiği üzere, İstiklâl Harbimizden beri Türk milletinin millî marşı olan “İstiklâl Marşı” Türk Devletinin ve Milletinin etrafında toplandığı kutsal simgelerden ve manevî değerlerdendir. İstiklal Marşı bu anlamıyla Türk Milletinin Müslüman kimliğinin teminatıdır.

Anayasa’nın başlangıç kısmında işaret edilen “Türklüğün tarihî ve manevî değerleri” İstiklâl Marşı’nda dile getirilen bireysel ve toplumsal değerleri de içermektedir.

İstiklâl Marşı Anayasamızın hem sözü hem de ruhudur. 41 dizesiyle değiştirilmesi teklif edilemeyen hukuki bir niteliğe sahiptir.

İstiklâl Marşı’nda betimlenen toplum yapısı seküler / laik toplum yapısı değildir.

İstiklâl Marşı’nda tasvir edilen millet – toplum yapısı, Hakk’a tapan milletin imanını boğmak için Garb’ın afakını saran hayasızca akınları iman dolu göğsünde söndüren, Allah’ın yüceliğini ve O’ndan başka ilah olmadığını, Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu evrensel bir deklarasyon şeklinde günde beş vakit insanlara ilan edip yurdumuzun semalarında yankılandıran ulu bir toplum yapısıdır.

Bu yapıyı değiştirmeye yönelik hiçbir anayasa değişikliği önerisi kabul edilemez. Bu yöndeki teşebbüsler devlet – millet çatışması oluşturmaktan, toplumsal barışımızı bozmaktan ve kalkınmamızı engellemekten başka bir işe yaramaz.

Nitekim, son zamanlara kadar Türkiye’de laikliğin tarihi İstiklal Marşı’ndaki değerlerle mücadele tarihi olmuştur. Laiklik insan hakları ihlallerinin temel gerekçesi olmuştur.

Net bir tanımı yapılmayan laiklik ilkesi zaman içerisinde İstiklal Marşı’nda ifade edilen değerleri sınırlayıcı veya ortadan kaldırıcı tarzda yanlış uygulanmıştır. Laiklik ilkesi Müslüman toplum yapısını ortadan kaldıracak şekilde uygulamaya konulmuş, toplum laikleştirilmeye çalışılmıştır. Laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılması tartışmaları süregelmiştir. Devlet eliyle camiler kapatılmış, ezanlara müdahale edilmiştir.  Kişiler inançları ve bu inançlarına bağlı yaşam tarzları ve kılık kıyafetleri yüzünden en temel insan haklarından mahrum edilmişler, ayrımcılığa maruz bırakılmışlar, baskılara uğramışlar, büyük travmalar yaşamışlardır.

Bu durum ülkemizin birlik ve beraberliğinin sarsılmasına, kimlik bunalımlarının artmasına, kalkınmasının yavaşlamasına, geri kalmasına neden olmuştur.

***

Türkiye Devleti kurucu aslî irade olarak Hakk’a tapan Müslüman milletimizin imanından aldığı güçle uğruna milyonlarca şehit ve gazi vererek kanlarıyla kurup koruduğu, ‘Kurucu Anayasa’sını öylece oluşturduğu yüce bir devlettir.

Türkiye Devleti, kurucu aslî irade olarak Hakk’a tapan milletimizin istiklâlini, din ve imanını koruma, Hakk’a ve hayra çağırma, ahlaklı ve hakkaniyetli bir toplum oluşturma, hukukun gereğini yaptırma, hukuka aykırı olanı engelleme aracıdır.

Sonradan Anayasa’ya giren laiklik ilkesinin kabul sebebi ülkedeki diğer din mensuplarının veya dinsizlerin hukukunu korumak, böylece demokratik bir toplum oluşturmaktır. Ancak bu kabul, Hakk’a tapan milletimizin “tarihî ve manevî değerler”ini ortadan kaldırmaya yönelecek, dinsiz ve ahlaksız bir toplum haline gelmesine yol açacak bir kabul değildir.

İslam dini, Hakk’a tapan milletimizin hakimiyet hakları kapsamındadır. Hakk’a tapan milletimiz hakimiyet hakkını Hakk’tan alıp kendisine vermemiş, tam aksine Hakk’tan saptığını düşündüğü saltanattan alarak Hakk adına kendisi üstlenmiştir.

KKTC Anayasasındaki ifadeyle  “Toplumsal hak ve özgürlüklere sahip olmadan, bireysel hak ve özgürlükler sözkonusu olamaz”. İslam dini vicdanlara hapsedilebilecek bir hak olmayıp toplumla birlikte yaşanabilen bir din olduğundan kollektif / toplumsal haklardandır.

“Hakk’a tapan millet” kimliğine tehdit oluşturan laiklik insan haklarının bir gereği değildir. Laiklik dinsizlik olarak anlaşılmamalı ve İslam dininin yaşanmasını engelleyecek şekilde uygulanmamalıdır.

Anayasa’nın Cumhuriyetin temel nitelikleri başlıklı 2. Maddesinin gerekçesinde “Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir” denilmiştir. Buna rağmen, dinî inanç ve yaşam tarzından dolayı bir çok milyonlarca Müslüman vatandaşımız “Türkiye’ye özgü laiklik” gerekçesiyle ayrımcılığa maruz kalmıştır.

 “Türkiye’ye özgü laiklik” gerekçesiyle laikliğin İslam dinini toplumsal yaşamda görünmez kılmayı ve genel ahlakı ortadan kaldırmayı sonuçlandıracak şekilde yorumlanması anayasal düzenleme ile engellenmelidir.

Laikliğin tanımı yapılmalı, İstiklâl Marşı’na aykırı yorumlanmasına mani olacak, uyumlu yorumlanmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalı, bu sağlanamıyorsa kaldırılması düşünülmelidir.  

Mevcut Anayasanın 4. Maddesi değiştirilmeyecekse son cümle olarak “Laiklik ilkesi İstiklal Marşı’nın lafzına ve ruhuna uygun olarak yorumlanır.” veya “Laiklik ilkesi İstiklal Marşı’nın lafzına ve ruhuna aykırı olarak yorumlanamaz.” şeklinde bir cümle eklenmelidir.

Laiklik ilkesini ve laik Türk Devleti’ni ‘Hakk’a tapan Müslüman-Türk Milleti’ni seküler – laik bir toplum haline dönüştürmenin aracı olarak kullanmaya çalışanların gerektiğinde vatandaşlığı da gözden geçirilmelidir. Zira, ev sahibini evinden koymaya çalışan bu yavuz hırsızların önemli bir kısmı aslen Türk ve Müslüman olmayıp İstiklâl Harbine giden süreçte düşmanla işbirliği yapmak ve bu milletin egemenliğini elinden almak isteyen, buna rağmen kendilerine hukuken Türk vatandaşlığı sağlanan kimseler veya onların izinden giden kimselerdir. Oysa ki, bu vatandaşların devletin ve Hakk’a tapan milletin İstiklâl Marşı’nda belirtilen değerlerine ve inançlarına saygılı olmaları gerekir. Aksi durum vatandaşlıkla bağdaşmayan hallerdendir.

***

Gazi Mustafa Kemal Paşa İstiklâl Marşı Mecliste kabul edildiğinde marşı en ön sırada ve ayakta alkışlayarak dinlemiştir. Daha sonra İstiklâl Marşı hakkında şunları söylemiştir:

“Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklâl Marşı’nda İstiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır:

“Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklal.”

Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyâr anlamalıdır ki Türk’ün her şeyi hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla.. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler: Türk’ün hürriyetine dokunulamaz!”

Bu bağlamda, Anayasa’nın Başlangıç kısmında “Türklüğün tarihi ve manevî değerleri” kapsamında İstiklâl Marşına mutlaka atıfta bulunulmalıdır.

Yine bu kapsamda belirtmek gerekir ki, Dünyanın en eski anayasalarından biri olan Medine Sözleşmesinden günümüzdeki yaklaşık 120 ülkenin anayasasına kadar bir çok anayasada,  Dünyanın ilk insan hakları evrensel beyannamesi denilebilecek Veda hutbesinden başlayarak İngiltere’deki Magna Carta’dan, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’ne,  Tanzimat Fermanı’ndan Islahat Fermanı’na, İslam İşbirliği Teşkilatı İnsan Hakları Deklerasyonu’na kadar tüm insan hakları belgelerinde Allah’a / Tanrı’ya referans verilmiştir. Bunun tek istisnası 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir ki, sebebi Çin’in taslak metindeki Tanrı’ya referansın çıkarılmasında ısrar etmesi ve bunu kabul ettirmesidir. Böylece Tanrı’yı görünmez alanda bırakmış, Allah’ın hakkını gözetmeyen seküler bir insan haklarının oluşmasında ön almıştır. Halbuki insanlığın ezici çoğunluğu mahiyeti farklı da olsa tanrı inancına sahiptir.

Küresel metinlerde yer almayan düzenlemelerin bölgesel metinlerde düzenlenmesinin ve dinsel, kültürel farklılıkların korunmasının önünde bir engel yoktur. Aksi takdirde milletlerin kendi kaderini belirlemesi hakkı elinden alınmış, dış egemenliklerinin yanında iç egemenlikleri de sınırlandırılmış, zincire vurulmuş demektir.

Zincire vurulmayı asla kabul etmeyen Hakk’a tapan milletimizin Anayasasının iman dolu kalbi mesabesindeki İstiklâl Marşı’nda “Hakk” “Hakk” diye atan “ism-i Celâl ve Cemâl”, Anayasa’nın alnı mesabesindeki Başlangıç kısmında da yer almalıdır.

Hakk’a tapan milletimizin göğsündeki sönmeyen imanın vicdanlara hapsolunamadığı, kalbindeki iman nurunun yüzüne vurduğu gibi, Anayasa’mızın kalbindeki Hakk’ın nuru da Başlangıç kısmında bir yıldız gibi parlamalıdır.

Yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu bu güzel ülkemizin ve Devletimizin Anayasası Allah ismi ile başlamalıdır ki, O’nun lütuf ve rahmetini celbedip ülkemizden başlayarak tüm dünyaya bereket kaynağı olmalıdır.

***

28 Şubat 1997 Post-Modern Darbe süreci esasen “toplumun laikleştirilmesi” şeklinde sürdürülmüşse de başarılı olamamıştır. Ardından, 2001 yılında 4709 Sayılı Kanun’la Anayasa’da değişiklik yapılması sürecinde Anayasa Komisyonunca Anayasa’nın 13. Maddesine “laik toplum” kavramı ilave edilmiştir. Ancak Anayasa değişikliğine ilişkin kanun teklifinin Genel Kurulda birinci kez görüşülmesi sırasında “demokratik ve laik toplum düzeninin” ibaresinin “demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin” olarak değiştirilmesini yönünde önerge verilmiş ve önerge kabul edilmiş, “laik toplum” önerisi reddedilmiştir. Dolayısıyla TBMM Anayasa Mahkemesi’nin “laik toplum” esaslı içtihatlarını da ortadan kaldırmıştır.

Buna rağmen yaşanan sorunların ve yasakların devam etmesi, bu bağlamda başörtülü kadınların kamu hizmetlerinden ve üniversite eğitiminden yararlandırılmaması üzerine 2008 yılında 5735 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde değişiklikler yapılmış, ancak Anayasa Mahkemesi tarafından katı laiklik anlayışında ısrar edilmiş, devletin niteliklerine aykırı görülerek iptallerine karar verilmiştir.

Daha sonra, Anayasa Mahkemesi, 6287 sayılı Kanun’un bazı maddelerinin iptaline ilişkin davanın E. 2012/65, K. 2012/128 sayı ve 20.09.2012 tarihli kararında içtihat değişikliğine gitmiş, katı laiklik anlayışını terk ederek esnek ya da özgürlükçü laiklik anlayışını benimsemiştir. Özgürlükçü laiklik anlayışına göre, laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir. Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Buna göre, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Laik devletin bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesi gerektiği gibi din ve vicdan hürriyetinin önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevi de bulunmaktadır. Kişilere din ve vicdan özgürlüğü alanında seçenekler sunan, toplumu oluşturan bireylerin bu alandaki yaygın ve müşterek ihtiyaçlarının karşılanmasını kolaylaştıran tedbir ve uygulamalar laiklik ilkesine aykırı olarak görülemez. Ayrıca, hemen her ülkenin din eğitim ve öğretimi, hâkim dine belli bir ağırlık vermekte, diğer dinler karşısında çoğunluk dininin mensuplarına bazı öncelikler tanımaktadır. AİHM de objektif ve gerekli olduğu takdirde bu farklı muamelenin Sözleşme‘ye aykırılık teşkil etmeyeceğini belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi bu özgürlükçü laiklik yorumunu başörtüsü yasağıyla ilgili 2014/256 sayılı başvuruya ilişkin kararında da devam ettirmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesinin özgürlükçü yorumunu her zaman değiştirme imkânı vardır.

Belirtilen nedenlerle hem başörtüsü alanındaki tartışmaları hem de diğer bütün alanlardaki laiklik tartışmalarını Anayasa Mahkemesi’nin değişken içtihatlarının takdirinden büyük oranda çıkaracak anayasa düzenlemelerine ihtiyaç güncel hale gelmiştir.

Bu bağlamda 1982 Anayasası’nın 24 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının sonuna tarafı olduğumuz BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi Madde 18/1’deki “Din ve vicdan hürriyetinin herkesin aleni veya özel olarak bireysel ya da başkaları ile birlikte toplu olarak, kendi din ya da inancını ibadet, icra, kılık kıyafet dahil bunun icaplarını yerine getirme ya da öğretme bakımından ortaya koyma özgürlüğünü içerdiği”ne dair düzenlemeler eklenmelidir.

***

İstiklal Marşı’nda egemenliğimizin simgesi olan bayrağımızın teminatı olarak gösterilen “ocak” aile kurumudur.

BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde de belirtildiği üzere “Aile toplumun en temel ve doğal birimi olup devlet ve toplum tarafından korunma hakkına sahiptir.” 

Ne var ki, günümüz toplumlarında emperyalist odaklar ve terör örgütleri hedeflerine ulaşmak için aile kurumunun zayıflaması yönünde büyük çalışmalar yürütmekte, aile kurumu korunamamakta, büyük saldırılara maruz kalmaktadır.

Aile kurumunu ve başta çocuklar olmak üzere kadın ve erkek bireylerin haklarını tehdit eden, toplumda şiddetin yaygınlaşmasını artıran hususların başında evlilik dışı birliktelikler, evli bireylerin eşlerini üçüncü kişilerle aldatmaları, üçüncü kişilerin evli bireyler ile cinsel birliktelikleri, farklı cinsel yönelim tercihleri gibi hususlar gelmektedir.  Bu hususlar toplumsal çürümeyi de hızlandırmaktadır.

Evlilik oranlarının düşmesi, boşanma oranlarındaki artış, suç oranlarındaki yükselme, terör örgütlerine katılmadaki artış aile kurumunun korunamadığının birer göstergesi niteliğindedir.

Ailenin korunamaması çocuk haklarını, yaşlı haklarını, ebeveyn haklarını, kadın veya erkek aile içindeki her bireyin insan haklarını olumsuz yönde etkilemektedir.

Ayrıca, artık aile kurumunun ötesinde insan fıtratı, kadın ve erkek cinsiyet kimlikleri de tahrip edilmeye başlanmıştır. Bu da aile kurumunun yanında insan kimliğinin, insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Böylesi bir gelişme bireyi, aileyi, sosyal yapıyı, ülke savunmasını zayıflatacak bir durumdur.

Bu nedenlerle Anayasa’ya aile kurumunu güçlendirecek, anneyi ve anneliği, yaşlıları, cinsiyetlerin sağlıklı gelişimini koruyacak düzenlemeler ilave edilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda Anayasa’nın 41 inci maddesinin “Ailenin korunması ve çocuk hakları” şeklindeki başlığı “Ailenin korunması, çocuk ve yaşlı hakları” şeklinde değiştirilmelidir. Madde metni içerisine evliliğin Kadın ve erkeğin evliliğinden oluştuğu,  ailenin toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahip olduğu, Devletin serbest ve tam rıza ile yapılan evliliği kolaylaştırmak görevinin olduğu dahil edilmelidir.

Aynı şekilde “Anneliğin sosyal bir görev olarak anlaşılmasını ve çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğunun tanınmasını öngören ve her halükarda çocukların menfaatlerini her şeyden önce gözeten anlayışa dayanan bir aile eğitimini sağlamak görevinin olduğu” eklenmelidir.

Çocukların yanında “yaşlıları koruyucu tedbirleri almakla yükümlü olduğu” işlenmelidir.

Ayrıca, “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddeye “Anneliğin himayesi maksadıyla alınacak özel önlemler, ayırımcı olarak nitelendirilmez.” hükmü eklenmelidir.

Yaratılışa uygun biyolojik temelli kadın ve erkek cinsiyet kimliklerinin korunması, sapkın ilişkilerin teşvik edilerek yaygınlaşmasının önlenmesi, bireylerin sağlıklı gelişimi gerekçesiyle “Kanun önünde eşitlik” başlıklı maddeye “Biyolojik temelli kadın ve erkek cinsiyetleri dışındaki kişisel kimlik tanımlamaları ve cinsel yönelim tercihleri korunmaz. Cinsiyet biyolojik yapıyla uyumlu kadın ve erkek cinsiyetlerinden ibarettir.” cümleleri eklenmelidir.

Ayrıca, “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” başlıklı maddeye “Tıbbi zorunluluklar olmaksızın biyolojik cinsiyeti değiştirmeye yönelik özendirici çalışmalar, yayınlar ve tıbbi uygulamalar yapılamaz.” cümlesi eklenmelidir.

Saygılarımla arz ederim.

Süleyman Arslan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.