Türk Bayrağı İslam Bayrağıdır! Laiklik Gerekçesiyle Zincire Vurulamaz!

“Türkiye Devleti’nin Bayrağındaki Simgeler ve Anayasal Değeri” başlıklı bir önceki yazımın sonunda şu hükme varmıştık:

“Türkiye Devletinin Bayrağındaki kutsal simgeleri ve manevi değerleri yorumlarken temel referansımız İstiklal Marşı’dır, İstiklal Marşı’ndaki bayrağa yüklenen anlamdır. Türkiye bayrağındaki simgeler İstiklal Marşı ile uyumlu olarak yorumlanmak zorundadır.”  

Bu yazının başlığına bir itiraz geldi, 2893 sayılı Kanun’un adı Türk Bayrağı Kanunu’dur, diye. Önemli ve doğru bir itirazdır. Ancak ben Anayasa metnini esas aldım. Zira anayasa metninin kanun metnine uygun olması değil, kanun metninin anayasa metnine uygun olması esastır. Anayasa’nın 3. maddesindeki kullanımı “devletin bayrağı” şeklindedir.  Kavramlarda uyumu sağlamak lazım. Türkiye Devleti, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi, “Türkiye’nin Başkenti” gibi “Türkiye Bayrağı” veya “Türkiye Devleti’nin Bayrağı” da doğru kullanımlardır diye düşünüyorum.  Bununla birlikte Türkiye Bayrağı aynı zamanda Türk Bayrağı’dır. “Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder… Gölgende bana da, bana da yer ver.” diyenlerin de gölgesinden istifade edebileceği büyük bir bayraktır.  Sadece yatay vatanı değil, ay ve yıldızlar dahil bütün dikey vatanı, “gök vatan”ı da içine almaktadır. O aynı zamanda içindeki simgelerle ifade edilen “değerler vatanı”nı da sembolize etmektedir.

Bayraklar ve marşlar ait olduğu milletlerin karakterlerini yansıtır. Marşlardaki kavramlar ve bayraklardaki simgeler temsil ettikleri devlet ve milletin inanç sistemine bağlıdırlar. Beraberinde bir düşünce ve yaşam tarzı da getirmektedirler.

Türkiye Bayrağı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile kabul edilmiş bir bayrak değildir. Türkiye Cumhuriyeti de yeni bir devlet değildir. Osmanlı Devleti’nin müktesebatını üstlenip yönetim şeklini değiştirerek devam eden halidir. Osmanlı Devleti’ni hukuken sonlandırıp yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar aynı kişilerdir. Osmanlı Devleti bayrağının ufak form değişiklikleriyle birlikte aynen devamı da aynı devlet ve milletin devamlılığını göstermektedir.

Bu simgeler bağlamında, devlet ve milletin anayasal ideolojisini temsil eden ve İstiklal Harbi esnasında yazılan İstiklal Marşı, Osmanlı’nın ölüm kalım savaşı verdiği Dünya Harbi sonrasında kaleme alınan ‘Çanakkale Şehitlerine’ şiirinin devamıdır. Her iki metnin aynı şairin kaleminden aynı simgelerle devam etmesi de bu simgesel devamlılığı göstermektedir. ‘Çanakkale Şehitlerine’ şiiri köprünün Osmanlı’daki ayağı, ‘İstiklal Marşı’ da Türkiye’deki ayağıdır. ‘Ay yıldızlı al bayrak’ ise devletin her iki döneminin ortak bayrağıdır. Dolayısıyla İstiklal Marşı ve Türk Bayrağı’ndaki kavram ve simgeleri yorumlarken Çanakkale Şehitlerine şiirindeki kavram ve simgeleri de dikkate almak gerekir.  

***

Çanakkale Şehitlerine şiirinin;

“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…”

mısralarında geçen “Hilâl” İslamiyet’i temsil etmektedir. “Tevhîd” ise “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar”ın boğmaya çalıştığı “Hakka tapan milletimin” “İman”ını ifade etmektedir ki, o da “yıldız” ile simgeleştirilmiştir.

O hilâl;

İstiklal Marşı’ndaki “çehresini çatan” “şiddetlenen” “celallenen” “nazlı hilâl”dir, “şanlı hilâl”dir. “Ebediyen sana yok izmihlal” dediğimiz hilâldir.  Mabedlerimizin kubbe ve minarelerine simgeleştirerek yerleştirdiğimizdir. Gece karanlığında dahi hep var olanımızdır. “Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli… Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli..” diyerek sese dönüştürüp gök kubbede dalgalandırdığımız, gece karanlığında saldıran kahpe düşmana karşı milleti uyandırdığımızdır.

Ötedenberi Türklerin, VII. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının sevinç ve dirilişin, yenilik, doğum ve taze hayatın sembolü olarak kullandığı hilâldir.

Hz. Peygamber’in tekbir aldıktan sonra “Allahım! Şu yeni hilâli bize iman, İslâm, güvenlik, bereket ve esenlik içinde mübarek eyle. Ey hayır ve rüşd hilâli! Senin de bizim de rabbimiz Allah’tır, bize hayır ve uğur getir” diye dua ettiği hilâldir.

Hz. Muhammed’in kabilesinin elçisi sıfatıyla Medine’ye gelen Sa‘d b. Mâlik b. Ubeysır el-Ezdî’ye kavmine götürmesi için verdiği bayrağın üzerindeki hilâldir. 

1064’te Alparslan’ın Ani’yi fethedince camiye çevirdiği katedralin kubbesinden indirdiği ‘haç’ın yerine koydurduğu hilâldir.

Tapınak şövalyelerinin kiliseye çevirdikleri Kubbetü’s-sahre’nin kubbesine yerleştirdikleri altın haçın yerine Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü Haçlılar’dan geri aldığı zaman koydurduğu hilâldir.

Sözlükte “yüksek sesle haykırmak; ortaya çıkmak, parlamak; sevinmek” anlamlarına gelen “hell” kökünden türeyen hilâl (هلال), Ay’ın kavuşum öncesi ve sonrasında yeryüzünden uçları sivri ince bir yay gibi görünen şeklinin adıdır. Sözlük anlamına bağlı olarak özellikle kavuşum durumundan sonra Ay’ı ilk defa görenlerin onu haber vermek için sevinçle haykırmaları nedeniyle Ay’ın ilk görülen şekline hilâl denilmektedir. Yüksek sesle telbiyede bulunmaya ve hilâl ilk görüldüğünde tekbir almaya “ihlâl”, yine yüksek sesle kelime-i tevhidi söylemeye “tehlîl”, yeni doğan çocuğun hayat belirtisi olarak çığlık atmasına da “istihlâl” denir.

Onun içindir ki; İstiklâl Marşı aynı zamanda “İstihlâl Marşı”dır. Yeni Türkiye’nin tekbirlerle tehlillerle telbiyelerle hayatta kaldığının ve yeniden ayağa kalktığının şahididir.

***

“Ay yıldızlı al bayrak”taki yıldız İstiklâl Marşı’nda “O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!” diye geçen yıldızdır.

Çanakkale’de şehidlerin kanının kurtardığı “Tevhîd”dir. “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar”ın boğmaya çalıştığı “Hakka tapan milletimin” “İman dolu göğsü” gibi sembolik olarak imanın gökteki mekanıdır.

Rahmân sûresinde bahsi geçen, tıpkı “Hakk’a tapan millet” gibi sadece “Allah’a secde eden / Hakk’a tapan” yıldızdır. Hakk’a tapan milletin arzdan arşa yansımasıdır.

Yıldızların çıplak gözle en uzakta görülebileni ve en parlak olanıdır. Karanlıkları delip geçen, geceyi aydınlatan vahiydir, Kur’an’dır, Hz. Muhammed’tir. Kur’an’da Necm süresinde Allah’ın, üzerine yemin ettiği yıldızdır. Hiç kimsenin söndüremeyeceği ilahi nurdur.

Çanakkale Şehitlerine şiirindeki “yedi kandilli Süreyya”dır.

Selmân-ı Fârisî’nin gerçek imanın mekânı olan Hz. Muhammed’e ulaşmak için Acem diyarından Medine’ye gelinceye kadar diyar diyar dolaşıp, bu uğurda köle düşüp, köleyken Hz. Peygamber’e ulaşıp iman etmesi üzerine Resûl-i Ekrem’in “İman Süreyyâ yıldızı kadar uzakta da olsa bazıları her türlü gayreti göstererek onu elde eder” hadisinde geçen yıldızdır. (Onun içindir ki, Hz. Peygamber’e mecâzen Süreyya yıldızı ismi verilmiştir.)

O hilal Mekke’den Medine’ye hicret esnasında Medine’li Ensar’ın büyük bir coşkuyla “Sen ‘Güneş’sin, sen ‘Ay’sın, sen ‘Süreyya yıldızısın!” diye karşıladığıdır. Güneş de, ay da, yıldız da Allah’ı ve O’nun yeryüzündeki elçisi peygamberi hatırlatan ve insanlığı aydınlatan, yol gösteren ayetler/işaretlerdir. 

Onun içindir ki; Türkiye Bayrağı, hicretin ve iman seferinin de bayrağıdır. İmanları uğrunda kan verip, can verip hak ve hürriyetlerini vermeyen Hakk’a tapan milletlerin bayrağıdır, muhacirlerin sığınağıdır.  Türk milletine emanettir. “İman dolu Cennet Vatan”ın bayrağıdır.

***

Ay ve yıldızlı Türkiye Bayrağındaki herhangi bir sınır çizilmemiş al zemin ise “Tevhîd’i kurtaran kanları”,“şanlı hilal” uğruna “dökülen kanları”, “bu topraklar için toprağa düşmüş asker”leri ve “kanayan lahidlerini”, “hilal uğruna batan güneşleri”, “batan güneşlerin kızıllığını / akşamları bu güneşlerin yarasına sarılan tüllenen mağribi / şehitlerin yarasını saran güneşin kızıllığını” temsil etmektedir.

Ma’bedlerimizin göğsüne uzanan nâ-mahrem eli kırıldıkça, şehâdetleri dînin temeli olan ezanlar yurdumuzun üstünde inledikçe her cerihasından kanlı yaşı boşanıp rûh-i mücerred gibi yerden na’şı fışkıracak, başı yükselerek Arş’a değecek şehitlerimizi ifade etmektedir.

Makberleri bayrağa sığmayan, tarihe sığmayan, kitaplara sığmayan, “Bastığımız yerler altında kefensiz yatan binlerce şehit” babalarımız, dedelerimiz, atalarımızdır.

O şehitlerimiz ki, Çanakkale’de “Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran… Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın!” takdirine mazhar olanlardır.

Bu bayrakta şehitlerimiz kana bürünüp uzanmışken, batan güneşlerimiz batışın kırmızılığına boyanmışken Kâ’be, bayrağa sığmasa da başlarındaki mezar taşıdır.  Güneşin gurup hali yaralarını sarmıştır. Bulutlar açık türbelerine tavan, yedi kandilli Süreyyâ âvîzeleri olmuştur. Gece mehtâb türbedâr gibi tâ fecre kadar beklemiştir.

Ne yazık ki, Çanakkale’de şehitlerimizin göğsünde kırılıp parçalanan demir çember, gecenin karanlığında “çelik zırhlı duvar” şeklinde bir kez daha “garbın afakını sarmış”, “iman dolu göğsümüz gibi” iman dolu vatanımızın serhadlerini aşmıştır.

Medeniyet maskeli canavar (modern ehl-i salib / haçlılar) ulumakla ay, yıldız ve güneşe zarar veremediyse de, imanı boğamadıysa da ne yazık ki bu Cennet Vatan’a girmiş, nice askerimizi toprağa düşürmüştür. Mabedlerimizin ve mahremlerimizin göğsüne elini değdirmiştir. Şehadetleri dinin temeli olan ezanlarımızı susturmaya yeltenmiştir. Sömürge yapacağı Türkiye’nin bayrağını bile hazırlamış ama başaramamıştır. Milletlerarası sözleşmelerle insan haklarımızı sınırlamış, elimizden almıştır. Hala da diş geçirmeye, ocaklarımızı söndürmeye çalışmakta, saldırmakta, zehir kusmaktadır.

Ne var ki, İlahi kader, devran dönüyor, şehit ruhlarının emelleri gerçekleşiyor, ma’bedlerimize değen namahrem elleri ve zincirler kırılıyor, kapatılanlar ihya edilerek açılıyor, yenileri yapılıyor, ezanlarımız yurdumuzun üstünde inliyor. Gafletle kabul edilip ocakları söndüren uluslararası sözleşmeler feshediliyor. Şanlı hilalimiz şafaklar gibi dalgalanıyor, alsancağımız bu ülkenin şafaklarına sığmıyor, başka şafaklarda da yüzüyor, gölgesine sığınanların sayısı artıyor. Gece yerini gündüze terkediyor. Gündüzün fecri ile âvîze-i süreyya ışık doluyor.

Gün ağarırken şehitlerimizin rûh-i mücerredleri hareketleniyor, başları Arş’a doğru yükseliyor, Hilal ağuşunu açmış karşılarında bekliyor.

***

Mevlâna “Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşle aya, batmadan ne vakit bir ziyan gelir ki? Sana batma görünür ama o, doğmadır, parlamadır.” demiştir. Aynı şekilde, ne hilâlimiz batmıştır, ne de şehitlerimiz ölmüştür.

Ecdadımız batmayı gördü, biz de doğmasını, parlamasını seyrediyoruz.

***

Bayrağımız, esareti asla kabul etmeyen, “Ezelden beridir hür yaşayan”, “insan haklarını ihlal eden devletlere karşı hürriyet ve insan hakları savaşı veren” “Hakk’a tapan milletimizin” “dahilî ve haricî bedhâhlar”a aldırış etmeden “dostça yaşayan bütün insanlığa” gölgesinde yer verdiği gerçek bir insan hakları bayrağıdır. Temsil ettiği değerler Hakk’a tapan milletin egemenliğinin tezahürüdür, devredilemeyen, vazgeçilemeyen bireysel ve kollektif insan haklarıdır.

Anayasa’mızın göğsündeki imanı gösteren ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen “Türk/Türkiye Bayrağı”na ve “İstiklal Marşı”na medeniyet, laiklik, demokrasi, insan hakları gibi kavramları, uluslararası sözleşmeleri kötüye kullanarak zincir vurmaya, önüne bendler çekmeye, dağlarla çevirmeye, enginlerde boğmaya çalışan çılgınlara, gafillere ya da hainlere ise sadece şaşıyoruz.

Kükremiş sel gibiyiz; bendimizi çiğner, aşarız… Yırtarız dağları, enginlere sığmaz, taşarız.

https://www.habername.com/yazi-turk-bayragi-islam-bayragidir-laiklik-gerekcesiyle-zincire-vurulamaz-13354.htm

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.