Üsre’den İsrâ’ya… Aile’yi Koruyarak Karanlıktan Aydınlığa Yolculuk

Bir Hatıra Yazısı

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak 29-30 Nisan 2019 tarihleri arasında Ankara’da “Ailenin Korunması Hakkı” temalı “II. Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu” nu düzenlemiştik.

Konu insan haklarının ihmal edilen boyutu olarak insan hakları bağlamında ve uluslararası düzeyde ele alındığı için oldukça stratejikti.

İlk defa bir ulusal insan hakları ve eşitlik kurumu insan fıtratına aykırı sapkın ilişkilerin belli çevreler tarafından kasıtlı şekilde meşrulaştırılmaya çalışılmasının aile kurumuna yönelik ana tehditler arasında yer aldığına işaret ediyordu.

Evlilik dışı cinsel beraberlikleri normalleştiren yaklaşımlara karşı çıkıyor, ailenin korunması için özgürlük ve kamu ahlakı dengesi kurulması gerektiğini vurguluyordu.

“Ailenin Korunması Hakkı” nın uluslararası insan hakları sözleşmelerinin bir gereği olduğuna işaret ediyor, bu kavramı insan hakları literatürüne kazandırmaya ve akademik düzeyde güçlendirmeye çalışıyordu.

Esasen sözleşme maddesi gereği İstanbul Sözleşmesinin etkin uygulanmasıyla sorumlu olan bir kamu kurumu aile kurumuna olumsuz etkileri dolayısıyla İstanbul Sözleşmesine ve değerlerimize aykırı benzer sözleşmelere karşı uyanık olunmasını, gerekirse bu sözleşmelerin feshedilmesini istiyordu.

Ailenin korunması için Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlarla birlikte yeni küresel hedefler oluşturulmasını, aynı hedefe yönelik ulusal ve uluslararası ittifaklar geliştirilmesini, bu bağlamda ailenin korunması için evrensel bir deklarasyon hazırlanmasını, bu deklarasyonu uygulanabilir kılmak için ulusal ve uluslararası mekanizmalar geliştirilmesini istiyordu.

Bu, kurumsal düzeydeki o günkü politik söylemin, ulusal ve uluslararası insan hakları anlayışındaki küresel gidişatın tam tersine bir durumdu. İlgili ulusal ve uluslararası çevrede etki ve tepkisi çok büyük olmuştu.

Sempozyumun sonuç bildirisini 22 Mayıs 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığının bütün birimlerine, tüm milletvekillerine, kamu kurum ve kuruluşlarına ve ülkedeki bütün üniversitelere gönderilmek üzere imzaladım. Güzel, hayırlı ve başarılı bir iş yapmanın hazzı ve huzuru içinde ertesi gün adeta bir kuş gibi Ankara’dan doğruca özlemiyle yandığım Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya uçtum.

Varışımdan bir veya iki gün sonra Mescid-i Aksa İmamı ve Vakıf Müdürü Şeyh Ömer el-Kisvani ile tanıştık.

Daveti üzerine avludaki odasına geçtik. Ve orada ayakta fotoğraf çektirirken masanın üzerinde bir kitap dikkatimi çekti. Kitap boyutunda aylık bir dergiydi. O ayki 146. sayısında o aya mahsus olarak desenli açık yeşil zemin üzerine koyu yeşil renkli yazılar kullanılmıştı.

Bu benim için çok hoş bir tevafuktu. Çünkü biz de aylarca üzerinde çalışıp henüz tamamladığımız sempozyumun sahnesinden tanıtım broşürlerine yaka kartlarına ve basılan kitaplarına kadar her yerde aynı şekilde desenli açık yeşil zemin üzerine koyu yeşil renkli yazılar kullanmıştık. (Fotoğraf çekimleri sonrası renk farklılıkları oluşuyor).  “Yeniden bir aile medeniyeti kurabilmek için bizim moraran, kızaran, sararan, solan, çürüyen, küçülen, dağılan, parçalanan ailelere değil, yeşeren, filizlenen, büyüyen, kök salan, kendi gövdesi üzerinde yükselen, kuvvetlenen, dal budak salan, imrenilen ailelere ihtiyacımız var.” demiş, buna bağlı olarak benim ısrarımla sempozyum renkleri olarak açık ve koyu yeşil renkleri kullanmıştık. Bu nedenle söz konusu renkler adeta beynime kazınmıştı.

Benzerlik bununla sınırlı değildi. Derginin Arapça başlığı da ses ve şekil olarak sempozyum başlığımızla oldukça benzerdi. Derginin ismi el-İsrâ’(الاسراء) idi. Sempozyumun Arapça başlığı da “aile” kelimesinin karşılığı olarak “el-Üsreh (الاسرة) idi. Arapça yazılışları da şekil olarak çok benziyordu.

Bu durum o anda benim için çok anlamlıydı. Bana bir mesaj veriyordu. En azından kişisel duygularımı yönlendiriyor veya açığa çıkarıyordu. Teşbihte hata olmaz, karşılaştırma ölçekleri çok çok farklı olsa da, İslam daveti uğrunda karşılaştığı eziyet, uğradığı ambargo sonrasında Hüzün yılında ayetlerinden bir kısmını göstermek için Allah tarafından bir lütuf olarak Peygamber Efendimizin (SAV) Mekke’den Mescid-i Aksa’ya bir gece götürülmesini (Arapça ifadesiyle İsra / el-İsra / الاسراء) aklıma getirmişti. Zihnimi ve gönlümü benzer duygu ve düşünceler kaplamıştı. Sanki, aile değerlerimizi tehdit eden günümüz sapkın özgürlük ve insan hakları anlayışlarına karşı verilen mücadelemizin doğruluğunu gösteren bir işaretti.   

Rabbim bize Üsre’nin korunması mücadelesi vermeyi nasip etmiş, sonra da Mescid-i Aksa’ya götürmüş, orada gerek Filistin’li, gerekse Ramazan’da itikaf için dünyanın dört bir tarafından gelen yüzbinlerce Müslüman kardeşimizle, bir diğer deyişle topyekün Hakk’a Tapan Millet’imizle buluşturmuş, kucaklaştırmış, birlikte namaz kıldırmıştı. İsra ile taltif etmişti.  Üsre ile İsra arasında bir bağ oluşmuştu.

Onun için dergiyi hatıra olarak talep ettim. Onu isteyince yanında bir başka dergiyi de hediye ettiler. O da ayrı bir tevafuktu. Orada da yakın ses ve kelime kalıbına sahip benzer bir kelime ikilisi vardı. Derginin kapağında belirtilen konu başlıklarından biri keskin S yerine peltek S kullanılarak yazılan “Esra” veya “Esera” (اثرة) idi ve o da peltek S ile yazılan Îsâr (ايثار) kelimesiyle birlikte kullanılmıştı. Yazı “Esera tedavisi gereken bir hastalıktır” başlığını taşıyordu. “Esera”nın kendini başkalarına tercih etmek anlamında kötülenen bir huy olduğu, “Îsâr”ın ise tam aksine başkalarını kendine tercih etmek anlamında övülen bir huy olduğu ayet ve hadislerle anlatılıyordu. Konu yazıda aile konusu ile bağlantılı olmaksızın hayatın her alanıyla ilgili olarak işlenmişti ama tam da aileyi koruyucu bir konuydu. Çünkü aile hak mücadelesi verilen bir yer değil, hakların karşılıklı ikram edildiği bir yer olduğu takdirde sağlam olur. Nitekim biz de Ailenin Korunması Hakkı sempozyumunun sonuç bildirisinde bu konuyu vurgulamıştık.

***

Aile fertlerini ve aile kurumunu fitnelerden korumak sadece bir hak değil, aynı zamanda Allah’ın bize yüklemiş olduğu vazgeçilmez ve devredilmez bir görev, hesabı sorulacak bir sorumluluktur.

Bu dünyadan cehenneme atılmak değil, Cennet’e nail olmak ve Cennet içinde Cemalullah’a mirac etmek istiyorsak kendimizi ve ailemizi korumak için var gücümüz ve imkanlarımızla çalışmak zorundayız.  

Ne var ki, aile kurumuna karşı saldırı dalgaları artan bir şekilde devam ediyor. Buna karşılık, aile (üsre) gemisi batmadan sahil-i selamete ermek için gecenin karanlığında dalgalarla boğuşarak bata çıka ilerlemeye çalışıyor. Gece yolculuğu (isra) aydınlık yarınlara bir an önce kavuşmak ümidiyle durmadan devam ediyor.    

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim Sûresi Ayet 6)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.